Ignaz Semmelweis, 1818 yılında Macaristan’da varlıklı bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. 19 yaşında Viyana Üniversitesine girdi ve hukuk okumaya başladı. Ama bir yıl sonra hukuk fakültesini bırakıp tıp fakültesine geçti. Mezun olduğunda bir müddet bir kliniğe girmek için uğraştı ama başarılı olamadı. Bunun üzerine kadın doğum alanında uzmanlaşma kararı verdi. 1846 yılında uzmanlık eğitimini bitirip Viyana Genel Hastanesi’nde yardımcı profesör olarak çalışmaya başladı.
1800’lü yıllarda doğum esnasında lohusa humması kaynaklı ölümlerin sayısı oldukça fazlaydı. Her yıl binlerce çocuk doğduktan kısa bir süre sonra yetim kalıyordu. Bu hastalığı engelleme ihtiyacı artık çok elzem hale gelmişti. Ignaz’ın çalıştığı hastanede iki doğum kliniği vardı. Ignaz hastanede çalışmaya başlayalı henüz birkaç ay olmuştu; ama bu ihtiyaca eğilmeye karar verdi. Mevcut durumu inceleyince, bir klinikte lohusa humması vakasının diğer kliniğe göre çok düşük olduğunu gördü. Humma vakalarının çok olduğu klinikte doktorların, diğer klinikte ise ebelerin çalıştığını fark etti. Bunun üzerine iki klinikte uygulanan yöntemleri karşılaştırdı. Ve önemli bir detayı fark etti. Ebelerden farklı olarak, doktorlar kadavralar üzerinde anatomi çalışıyorlardı. Zaman zaman da ellerini yıkamadan doğum kliniğine geçip doğum yaptırıyorlardı.
Bu gözleminden yola çıkarak kadavralardan mikrop bulaşıyor olabileceği tezini geliştirdi ve bu tezi test etmek için sıkı bir el yıkama kuralı getirdi. O dönemde, mikropların sadece havadan bulaştığına inanılıyordu, o yüzden doktorların el yıkama alışkanlığı pek yoktu. Sıkı el yıkama kuralından sonra humma kaynaklı ölümlerde büyük düşüş gözlemlendi. Ignaz, mevcut durumu iyi analiz ederek sorunun çevresindeki kirliliği temizlemeyi ve hatta bir çözüm geliştirmeyi başarmıştı. Bu basit çözüm sayesinde her yıl binlerce annenin hayatı kurtulabilirdi. O yüzden Ignaz ve arkadaşları, bu büyük gelişmeyi tüm tıp camiasıyla paylaşmaya başladı.
Çözüm çok basit ve etkiliydi. Gereken tek şey bir sabun ve biraz ılık su idi. Üstüne üstlük son derece önemli ve acil bir ihtiyacı karşılıyordu. Tüm doktorların ilgisini çekeceği ve hemen uygulanmaya başlanacağı kesindi. En azından Ignaz böyle düşünüyordu diyelim. Maalesef öyle olmadı. 1847 yılının sonlarına doğru Ignaz’ın tezi ve bulduğu çözüm kulaktan kulağa yayıldı; ama haberi duyan meslektaşları Ignaz’ı alay konusu yaptı. “Temas ile mikrop bulaştığını düşünebilen doktorların olması üzücü!” … “Doktorlar sağlıklı insanları hasta mı ediyor? Ne saçma!” …
Ignaz tepkileri gördüğünde bu denli bariz bulgular tarafından desteklenen bu denli basit bir çözümün denenmeden reddediliyor olmasını hayretle karşıladı. Bireysel olarak fırsat buldukça iletişim ve ikna çalışmalarına devam etti.
Uzun bir süre sonra teziyle ilgili akademik bir makale yazmaya karar verdi. Bunun çözüm önerisinin kabullenilmesini hızlandırabileceğini düşündü. 1858 yılında makaleyi yayınladı; ama pek etkisi olmadı. Bunun üzerine tüm çalışmalarını detaylı bir şekilde derlediği bir kitap hazırlamaya karar verdi. Kitabı 1861 yılında yayınladı.
Tezini saçma bulan tıp dünyası, Ignaz’ı şarlatan ilan etti. Kitabı ile ilgili aşağılayıcı yorumlar üzerine, Ignaz tıp alanındaki otoritelere açık mektuplar yazmaya başladı. Mektuplar öfke doluydu. Tezini eleştirenleri sorumsuz katiller olarak ilan etti.
Bu olaylardan sonra Ignaz’ın psikolojik durumu da kötüleşmeye başladı. 1865 yılında, Ferdinand Ritter von Hebra adındaki ünlü bir doktor, kurduğu bir enstitüye davet ettiğini söyleyerek, Ignaz’ı bir akıl hastanesine çağırdı. İçeri girdikten sonra durumu fark eden Ignaz, çıkmak istedi; ama psikolojik durumunun çok kötü olduğunu iddia ederek Ignaz’ı hastanede alıkoydular. Direnen Ignaz’ı dövdüler ve deli gömleği giydirip karanlık bir hücreye attılar. İki hafta boyunca, terapi adı altında ağır müdahalelere maruz kaldı. En sonunda sağ elindeki açık bir yaranın enfeksiyon kapması sonucunda hastalanıp öldü.
Doktorlar, bir insana tıbbi bir müdahale gerçekleştirmeden önce ellerini yıkamaları gerektiği fikrine yetmiş beş yıl daha karşı çıkmaya devam ettiler. Ignaz’ın tezi, ölümünden yıllar sonra Pasteur ve Lister gibi bilim adamlarının yaptığı çalışmalar sonrasında kabul gördü. Nasıl oldu da bu kadar somut kanıtlar varken, bu denli eğitimli bir kitlede bu denli basit bir çözümün benimsenmesi bu kadar zor ve yavaş gerçekleşti?
Aslında Ignaz’a karşı çıkan doktorlar da lohusa humması kaynaklı ölümlerin önüne geçmeyi önemli bir ihtiyaç olarak görüyordu. Ignaz da bu ihtiyacı karşılayan mükemmel basitlikte bir çözüm bulduğunu düşünüyordu. Ama Ignaz çözümü kullanacak olan kitlenin engellerini anlayamamıştı. Hedef kitlenin engellerini iyi ele almayan her çözüm gibi bu çözüm de itibar görmedi.
1900’lü yılların sonlarına doğru, doktorların el hijyeniyle ilgili inadı kırıldı; ama bu konuda sorunlu olmaya devam eden bir kitle hala var: Çocuklar! Çocuğu olanlar bilir. Küçük yaştakileri el yıkamaya ikna etmek bir iş, lavabonun başında makul sürede doğru düzgün el yıkatabilmek ayrı bir iştir. Peki neden böyle?
Çocuklar için el yıkamak sıkıcı bir günlük rutindir. El yıkamayı eğlenceli bulmaları için ilgi çekici ambalaj, şekil, renk ve kokuya sahip çocuk sabunları üretildi. Ama iyi bir el hijyeni için gerekli olan elleri on ila yirmi saniye civarında sabunla ovalama ve sonra da iyice durulama gerekliliğini çocuklara aşılama noktasında pek bir faydaları olmadı. Anne ve babalar çocukları sabunu makul sürede ellerinde tutsunlar diye onlara lavabo başında yirmi saniyelik eğlenceli şarkılar söyletme gibi teknikleri denediler. Bu teknikler çocukların ellerini iyice ovaladıklarını garanti etmiyordu belki ama en azından sabunun yeterli bir süre ellerinde kalmış olması belli ölçüde gönül huzuru vermeye yetiyordu.
Birkaç şirket bu ihtiyacı gördü ve ihtiyacın karşılanamıyor olmasının arkasındaki etkenleri de görüp yenilikçi birkaç çözümü piyasaya sürdüler. Örneğin, Unilever firması Lifebuoy markası adı altında renk değiştiren bir sabun geliştirdi. Sabunun içindeki kristaller ovalandıkça çözünüyor ve on saniye sonra sabunun kıvamlı ve koyu yeşil bir köpüğe dönüşmesini sağlıyordu. Ürünlerini, Hulk adlı yeşil tenli çizgi roman kahramanına ithafen, “Hulk Gücü” sloganıyla pazarladılar. Çekilen reklam filminde, bu sabunla iyice ovalanan eller Hulk’un elleri gibi oluyor ve çocuklar bu sayede mikropları paramparça ediyordu.
Ne dersiniz? Sizce Unilever firması hedef kitlenin el hijyeni ihtiyacı ile ilgili engellerini anlama noktasında Ignaz’dan daha mı başarılıydı?
0 Yorum