Yenileşim (inovasyon) uzun bir sosyal süreçtir. Louis’nin dünyaya armağan ettiği yeniliğin de, hayata geçmesi bir ömür sürmüştü.
1812 yılıydı. Fransa’nın Coupvray kasabasında yaşayan Louis henüz 3 yaşındaydı. Babası bölgedeki en iyi koşum takımı üreticilerinden biriydi. Koşum takımlarının yanı sıra atlar için dizginler, eyerler ve tasmalar yapıyordu. Bir gün, babası bir müşteriye yardım etmek için atölyenin dışına çıktığı bir anda, Louis, tıpkı babasının yaptığı gibi bir deri parçasına delik açmak için şansını denemeye karar verdi. Delici aleti aldı ve derinin üstüne bastırdı; ama olmadı. Babasının gücüne sahip değildi. Biraz daha kuvvet uygulayarak tekrar denedi, olmadı. Daha çok zorladı ve alet elinden kayıp sol gözüne saplandı. Louis acıyla çığlık attı. Kısa bir süre sonra tüm ailesi – annesi, babası, iki kız kardeşi ve erkek kardeşi – başında toplanmış panik içinde ona yardımcı olmaya çalışıyordu.
İlk müdahale olarak gözünün üstüne bir bez koydular. Coupvray’de hastane yoktu. En yakın doktor çok uzaktaydı. O yüzden Louis’i kasabadaki yaşlı bir kadına götürdüler. Kadın yaralanma ve hastalıkları tedavi etmek için bitkisel ilaçlar kullanıyordu. Louis için bir bitkisel karışım hazırlayıp sürdü. Birkaç gün sonra Louis’in gözü iyileşmek yerine daha da kötü oldu. Gözü enfeksiyon kapmıştı ve bir süre sonra enfeksiyon diğer gözüne de sıçradı. Kısa bir süre içinde, Louis’in iki gözü de kalıcı olarak kör oldu.
O dönemlerde, köyde hayat zordu. Kör biri için ise çok çok zordu. Görme engelliler genelde dilenci haline geliyordu. Yalnızca varlıklı veya üst düzeydekilerin, eğitim alma ya da düzgün bir yaşam kazanma umudu olabiliyordu. Ama onlar bile hep birilerine muhtaç olarak yaşamak zorundaydı.
Louis başına gelen bu kötü kasadan sonra uzun bir süre dışarı çıkmadı. Daha sonra babasının da desteği ile hayatını yavaş yavaş yoluna koymaya başladı. Yürürken önündeki şeyleri hissedebilmesi ve dolayısıyla kendi başına yürüyebilmesi için babası ona küçük bir tahta baston oydu. Altı yaşındayken köye yeni gelen bir rahibin ona özel ilgi göstermesi sayesinde özel ders almaya başladı. 1 yılın sonunda Louis özel derslerden memnun olsa da, diğer çocuklarla birlikte köy okuluna gitmeyi talep etti. Okuldan bir çocuk onu her sabah evinden alıp okula getirme görevini üstlendi ve bu sayede Louis yaşıtları gibi okula başlamış oldu. Louis okuyamadığı için derslerde öğretmenini dikkatlice dinliyor ve duyduklarını ezberliyordu. Görme engeline rağmen, sınıftaki en iyi öğrenciydi.
Dersleri ne kadar iyi olsa da, yaşıtları gibi okuyup yazamıyor olmak onu çok üzüyordu. Rahip ve okul müdürü, Louis’in görme engelli öğrencilere özel bir okulda daha iyi bir noktaya gelebileceğini düşünüyordu. Fransa’da böyle bir okul vardı ve ismi “Görme Engelli Gençler için Kraliyet Enstitüsü” idi. Köye 40 km uzaklıkta olan Paris’teydi. Louis 10 yaşına geldiğinde, rahip Louis’in ailesini ikna etmeye çalıştı. Ama ailesi onun bu yaşta evden ayrılmasını istemiyordu. Ayrıca okul çok pahalıydı. Rahip, bir şekilde ailesini okula başvuru yapmaya ikna etti. Okul başvuruyu kabul etti ve hatta yaşam giderleri için Louis’e burs vermeyi teklif etti. Louis ailesinden ayrılacak olmasına üzülse de, okuma yazma sevdası uğruna bu okula gitmeyi kabul etti.
Okulun binası yıkık, eski, nemli ve karanlıktı. Maddi imkansızlıklardan ötürü öğrencilere çok az yemek veriliyordu. Louis ise, imkansızlıklara değil, imkanlara odaklanmıştı. Derslerine asılıyor, hatta derslerinden sonra çello ve piyano çalmayı öğreniyordu. Müzik notalarını okuyamıyordu ama çok iyi ezberliyordu.
Louis okumayı öğrenmeyi dört gözle bekliyordu. Ama ne yazık ki, görme engellilere özel bu okulda bile çok az kitap vardı. O dönemde, görme engelliler için hazırlanan kitaplar mumlu kağıtlara basılırdı. Bu sayede yazı kağıt üstünde kabartma halinde kalıyor ve harfleri elle hissederek okumak mümkün oluyordu. Kolay okunabilmesi için yazılar büyük puntolarla yazılıyordu. Bir cümle bütün sayfayı kapladığı durumlar oluyordu. Tüm bunlardan ötürü kitaplar çok büyük ve ağırdı.
Louis her harfi hissedebilmek için parmaklarını sayfaların üzerinden geçirmeyi öğrendi. Ama bu şekilde okumak çok zaman alıyordu. Bazen bir cümlenin sonuna geldiğinde, başlangıçtaki kelimeleri unutuyordu. Bir gün, okula ilginç bir ziyaretçi geldi. Emekli bir Fransız ordusu kaptanı olan Charles Barbier’in okulu ziyaret etme amacı geliştirdiği bir iletişim yöntemini anlatmaktı. Yöntemin amacı, savaş esnasında, geceleri düşman tarafından fark edilmeyecek şekilde, ışığa ya da konuşmaya ihtiyaç duymadan askerlerin birbirleri ile haberleşebilmelerini sağlamaktı. Kaptan, keşfettiği yöntemi göstermek için, eline bir kağıt ve sivri uçlu bir alet aldı. Alet ile kağıt üstünde nokta ve çizgi izleri bıraktı. Noktalar ve kısa çizgiler farklı sesleri temsil ediyordu. Işığın olmadığı bir ortamda, kağıt üstündeki izlerin üstünden elle geçerek mesajı okumak mümkündü. Ancak askerler bu yöntemin kullanımını zor bulmuştu. Ama Kaptan, görme engelli öğrencilerin bu yöntemden faydalanabileceğini düşünüyordu.
Öğrenciler bazı mesajları okumayı denediler ve başardılar. Ancak onlar da yöntemi zor buldular. Bir kelimeyi yazabilmek için birçok nokta ve çizgi gerekliydi. Yine de alfabeyi kullanarak yazmaya kıyasla kağıt üstünde daha az yer kaplıyordu. Louis bu yeni yöntemi duyduğunda çok heyecanlandı. Boş zamanlarının çoğunu sistemi öğrenmek için harcadı. Yöntemin daha basit hale getirilmesi gerektiğini biliyordu. Ayrıca sayıları ve noktalama işaretlerini içerecek bir yol bulması gerekiyordu. Bu yüzden boş zamanlarında ve gece geç saatlerde, kaptanın sistemini geliştirmek için çalıştı durdu. Louis, “stylus” denilen sivri bir alet ve ahşap yazı tahtası ile yöntem üzerinde çalışmaya devam etti. İki yıllık çalışmadan sonra, henüz 15 yaşındayken nihayet kolay öğrenilebilen yeni bir alfabe yarattı. Bu alfabe ile yazmak ve okumak çok daha hızlı ve kolaydı. Dakikada 125 ila 200 kelime okumak mümkün idi.
O dönemlerde, okula yeni bir idareci atanmıştı. Louis, geliştirdiği yöntemi anlatmak için yeni müdürden randevu aldı. Ondan sesli bir gazete makalesi okumasını istedi ve söylediklerini geliştirdiği alfabe ile bir kağıda yazdı. Daha sonra parmaklarını yükseltilmiş noktaların üzerinden geçirdi ve müdür tarafından okunan kelimeleri tekrar etti. Müdür bu minik gösteriden çok etkilendi. Louis daha sonra yeni yöntemi sınıf arkadaşlarına da öğretti. Artık hepsi sınıfta not alabiliyordu ve bu sayede uzun sınıf derslerini ezberlemek artık gerekli değildi. Okumak veya yazmak için kimsenin yardımına ihtiyaçları yoktu.
Louis, sınıf arkadaşlarının yeni yöntemi sevmesinden çok mutluydu, ama diğer görme engelli insanların da bunu kullanabilmelerini istedi. Okul müdürü de onu destekledi ve Fransız hükümetine bir mektup yazarak Louis’in nokta alfabesinin görme engelliler için resmi yazı sistemi yapılamasını teklif etti. Bu arada, Louis’i yardımcı öğretmen olarak atadı ve ders vermesini sağladı. Louis’in dersleri öğrenciler arasında çok popülerdi. Öğretmenliğin yanı sıra, önemli kitapları geliştirdiği alfabe ile yeniden yazmak için çok zaman harcıyordu. Zaman içinde alfabesine müzik sembollerini de ekledi ve yeni alfabesi ile yöntemini açıklayan bir kitap yayınlandı.
1834 yılında Louis, daha fazla insana ulaşabilmek ümidiyle Paris’te düzenlenen Endüstri Fuar’ına katıldı ve geliştirdiği alfebeyi tanıttı. Fransız kralı da fuarı ziyaret etmişti ve Louis yöntemini ona gösterme şansı elde etti. Ama kral Louis’e pek de ilgi göstermedi. Louis, fuardan hayal kırıklığı ile geri döndü. Yönteminin diğer görme engelli insanlara ulaşamayacağını düşünüyordu.
Takip eden yıllarda, Louis ufak tefek sağlık sorunları yaşamaya başladı. Kendini ara sıra yorgun hissediyor, bazen de kötü bir öksürük ve ateş ile seyreden bir hastalık nüksediyordu. Doktor gittiğinde tüberküloz teşhisi konuldu. O zaman bu hastalığın tek çaresi olarak temiz hava ve dinlenme öneriliyordu.
Louis daha az ders vermeye ve dışarıda zaman geçirmeye başladı. Nokta alfabesini geliştirmeye devam etti. İngilizce yazmak için kullanabilmesi için alfabesine “w” harfini ekledi. Ve görme engelli öğrenciler için matematik ders kitapları üretmeye çalıştı.
Birkaç yıl sonra enstitüye yeni bir müdür atandı. Nedense öğrencilerin Louis’in yeni alfabesini kullanmaya devam etmesine izin vermedi. Louis, yöntemini bulunduğu okulun ötesine taşımaya çalışıyorken, onu da kaybetmiş olmasına çok üzüldü. Ardından sağlığı da kötüleşti ve birkaç kez dinlenmek için Coupvray’e gitti. Ama mücadelesine devam etti. 1852’de Paris’te ölene kadar geliştirdiği alfabe ile kitap ve müzik eserleri üretmeye devam etti.
Ölümünden iki yıl sonra, Fransız hükümeti Louis’in sistemini onayladı. Alfabeye Louis’in soyadı olan “Braille” adını verdi. 1878’de de, Dünya Görme Engelliler Kongresi, “Braille Alfabesini” dünyadaki tüm görme engelli insanlar için okuma ve yazma sistemi haline getirmeye karar verdi. Birleşmiş Milletler yardımıyla, Braille bilinen hemen hemen her dile adapte edildi.
Louis Braille’in Fransa Coupvray’deki evi müze haline getirildi. Evin duvarına şu cümleyi içeren bir plaka asıldı: “Göremeyenlere bilginin kapılarını açtı”.
0 Yorum