Değerler ve İnançlar

3 Temmuz 2018
Okuma süresi 10 dk

Gerçekleştirdiğim koçluk ve rehberlik görüşmelerinde çoğu zaman değer ve inançları da konuşmak durumunda kalıyorum. Ve ne zaman bu konu açılsa öncelikle “Değer nedir?”, “İnanç nedir?”, “Bunları neden konuşmak zorundayız?” sorularına cevap vermem gerekiyor. Sonuçta ben de birkaç yıl öncesine kadar bu kavramların tam olarak neyi ifade ettiği ve önemi ile ilgili benzer noktadaydım. Kendi değerlerimin farkında da değildim. Şimdi ise modern eğitim sisteminin içinde bu konulara yer verilmiyor olmasına hayret ediyorum.

Çoğumuz değerlerimizin farkında olmadan yaşıyoruz. Neyi neden yaptığımızı bilmiyoruz. Yalnızca yapmamız gerektiğini hissediyoruz. Hâlbuki hem kendimizin hem de başkalarının değerleri ile ilgili farkındalığımızın olması hayata bakışımızı çok farklı bir noktaya taşıyabilir.

Değerler

Değerler, çok kabaca, önemli olarak kabul ettiğimiz ihtiyaçlarımızdır. Bizi içten içe güdülerler ve onları deneyimliyor olmak bizi tatmin eder. Değerler çoğunlukla tek kelime ile ifade edilebilirler. Örneğin: Güven, özgürlük, adalet, dürüstlük, sadakat, şefkat, saygı… vb. Değerler aynı zamanda evrenseldir. Yani her değerin neredeyse her toplumda bir karşılığı vardır. Bazı değerlerin anlamı ya da olumlu olma derecesi toplumlar arasında ufak farklılıklar gösterebilir.

Değerlerimiz Neden Önemlidir?

Sahip olduğumuz değerlerin bizler üzerinde çok geniş etkileri vardır. Öyle ki; değerlerimiz yaşamımızın her boyutunu etkiler. Birinin yaşam tarzına ve sahip olduklarına bakarak değerleri ile ilgili bir sürü çıkarımda bulunmak mümkündür. Çünkü insanlar değerleri ile uyumlu şeylerden tatmin olurlar, uyumsuz şeylerden ise rahatsız olurlar. Kendimizden farklı değerleri olan insanları sevmememizin sebebi de budur.

İnsanlar değerlerini yaşatamadıkları durumlarda kendilerini tatmin hissedemezler. Çok parası ve imkanı olsa dahi, yaşadığı hayattan mutsuz olup uyuşturucu ve intihar gibi sapkın davranışlar sergileyen ünlüleri duymuşsunuzdur. Hepsinin altında yatan sebep, dışarıdan çok güzel görünen hayatları içinde, hala önemli birkaç değeri yaşatamıyor olmalarıdır. Yani hayatları değerleri ile uyumlu değildir.

Çoğumuz kısmen ya da tamamen birbiri ile çatışan değerlere sahibizdir. Örneğin, hem başarılı olmak hem eğlenmek isteriz. Ya da hem güvenlik hem macera ararız. Bu tarz değer çatışmaları kaçınılmazdır ve zaman zaman yaşadığımız kararsızlıkların veya sıkışmaların sebebidir.

Hedeflerinizin ve şu an yaptıklarınızın değerleriniz ile uyumlu olması önemlidir. Bu yönüyle değerler sistemini bilgisayar işletim sistemine, yaptıklarınızı ve yapmak istediklerinizi de bilgisayar programlarına benzetebilirsiniz. Bilgisayara kurduğunuz programın işletim sistemi ile uyumlu olması gerekir, yoksa çalışmaz. Eğer uyumsuzluk varsa, ya değer sisteminiz ya da yaptıklarınız değişmelidir. Bir değeri değiştirmek kolay değildir ama mümkündür.

Değer Sistemimiz Nasıl Oluşur?

Değer sistemimiz, büyük ölçüde çevremiz tarafından şekillendirilir. Pek çok değerimiz yetiştirilme sürecimizde ödül ve cezalar ile oluşturulur. Önce anne-babamız, büyüdükçe de yaşıtlarımız değerlerimizin kaynağı olur.

Değerlerimiz bir hiyerarşi içindedir. Bazı değerler diğerlerinden daha önemlidir. Zaman zaman, durumdan duruma, ihtiyaçlarımız değiştikçe değerlerin önem sıralaması değişebilir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi modeli bu dinamikleri anlamak için güzel bir bakış açısı sağlar.

Maslow, insanların ihtiyaçlarını 2 ana gruba bölmüştür. İlk grup temel ihtiyaçlar ya da bir diğer ifadeyle yokluk ihtiyaçlarıdır. Bunlar karşılanmadığında insanlar üzerindeki etkileri çok olumsuzdur. Ama karşılandığı zaman bu ihtiyaçlara artık önem vermezsiniz. İkinci grup ihtiyaçlar ise büyüme ihtiyaçları veya bir diğer ifadeyle varlık ihtiyaçlarıdır. Bunları karşılayamıyor olmak, temel ihtiyaçlar kadar olumsuz etki yaratmaz. Ama karşılamak da hayatımızdaki tatmin seviyesini yukarı çeker.

İhtiyaç hiyerarşisinde nerede olduğumuzu ve dolayısıyla değerlerimizin önem sıralamasını etkileyen en önemli unsurlar psikolojik gelişim seviyesi, yaşam koşulları ve çok etki bırakan olaylardır. Değerler hiyerarşisindeki değişimlerin hemen olmasa da hayatımıza büyük etkileri olur.

Psikolojik Gelişim Seviyesi

İngiltere’de yapılan bir araştırma, arkadaşlığın genç yaşlarda çok önemli bir değerken yaşlandıkça önemini yitirdiğini, dürüstlüğün de genç yaşlarda çok önemli bir değer değilken orta yaşlarda önemli bir değer haline geldiğini göstermiştir. Benzer şekilde, gençken eğlence daha önemli bir değerken, yaş ilerledikçe huzur daha önemli bir değer haline gelir.

Yaşam Koşulları

Liberal ve müreffeh bir ortamda doğup büyümüşseniz, temel ihtiyaçlarınız çoktan karşılanmıştır. Büyüme ihtiyaçlarınızı da karşılayabilmeniz için büyük kolaylıklar mevcuttur. O yüzden çok erken yaşlarda büyüme ihtiyaçları ile ilgili değerleriniz daha ön planda olabilir. Ama otoriter ve yoksul bir ortamda yetiştiyseniz, çok ilerleyen yaşlarınızda bile hala temel ihtiyaçlarınızla ilgili değerlerinizin önemi ağır basıyor olabilir.

Çok Etki Bırakan Olaylar

Başımızdan geçen bazı olaylar üstümüzde büyük etki bırakır ve hayatımızdaki değerler hiyerarşisini çok hızlı bir şekilde değiştirebilir. Örneğin, çok başarı odaklı ve işkolik biri ölümden döndüğü bir kaza sonrasında, başarı değerini daha alt sırlara itip aile veya eğlence gibi değerlerini üst sıralara çıkartabilir.

Sınırlayıcı Değerler

Değerler çoğunlukla olumludur. Ama temel (yokluk) ihtiyaçlarımızdan bazılarını karşılayamama korkusu bazı sınırlayıcı değerlerin ortaya çıkmasına da sebep olur. Örneğin kontrol, statü ve suçlama gibi değerler bu tarz değerlerdir.

İnançlar

Değer kavramı, sıklıkla ilke veya inanç kavramları ile karıştırılır. İlke bir değerin davranışa dönüşmüş halidir. İnanç ise, bir kişi, nesne veya fikir ile ilgili geçmiş deneyimleri temel alan, hem olumlu hem de olumsuz olabilen, ve bundan ötürü hem motive edici hem engelleyici olabilen kuvvetli duygu ve düşüncelerdir. Çoğunlukla bir cümle ile ifade edilirler. Örneğin: “İnsanlara güven olmaz” veya “Ceza ile terbiye olmaz”.

İnançlarımız Neden Önemlidir?

İnançlar zihinde belirgin izler bırakmışlardır. Bu izler, yaşama yön veren itikatlar, yargılar, hırslar ya da prensipler olarak dile getirilirler. İnançlar aynı zamanda dünyayı algılamamız için önceden düzenlenmiş hazır süzgeçler olarak görev yaparlar. Örneğin, popüler bir maç ya da konser için önceden bilet alıp sonra onu kapıda yüksek fiyata satan birini, kimi girişimci, kimi de fırsatçı olarak algılar. Kimin nasıl algıladığı büyük ölçüde inançları ile ilgilidir.

İnsan davranışlarını yönlendiren kuvvetler arasında inançtan daha güçlüsü yoktur. Bu yüzden destekleyici inançlar iyi bir yaşamın yaratılmasında en güçlü araçlardır. Ama eylemleri kısıtlayan ya da zayıflatan araçlara dönüşmüş inançlar da çoktur.

İnançlar fizyolojimizi dahi etkiler. Örneğin: Plasebo ilaçlarla yapılan deneylerde, önemli sayıda hastanın hiçbir etkisi olmayan kimyasal çözelti ile iyileştiği görülmüştür. Psikolojide schotoma adı verilen zihinsel körlük vakalarının arkasında da inançlar yatar. Birisinin sizden bir şey istediği, sizin de bakıp göremedim dediğiniz ama sonrasında burnunuzun dibinde olduğunu fark ettiğiniz durumlar olmuştur. Bunun sebebi o şeyin orada olmadığına inanıyor olmanızdır. Beyninize görmemek için emir vermişsinizdir. Zihin vücut ilişkisi üzerine araştırmalar yapan Dr. Herbert Benson da dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılan büyülerin gücü hakkında insanı hayretlere düşüren hikayeler yayınlamıştır. Bir kitabında, Avustralya’nın ilkel kabilelerinden birisinde, kendisine büyü yapılan kişinin kendini nasıl dakikalar içinde ölme noktasına getirdiğini anlatmıştır. Büyünün bu denli etkili olmasının sebebi söz konusu kişinin büyüye inanmış olmasıdır.

İnanç Sistemimiz Nasıl Oluşur?

İnançlarımızı da, değerlerimizde olduğu gibi, büyük ölçüde çevremiz şekillendirir. Bizi derinden etkileyen olaylar, geçmiş başarılarımız ve edindiğimiz bilgiler de inançlarımızın oluşmasında önemli rol oynar.

Hayatta Mutluluk ve Anlam

Mutluluğun tanımı üzerine bir mutabakata varılabilmiş değildir. Ama genel olarak şunu söyleyebiliriz: Bir kişi, bir ihtiyacının karşılanmadığını hissettiği zaman mutsuzdur. Temel veya büyüme ihtiyaçlarımızdan biri karşılandığı zaman kendimizi bir süre mutlu hissederiz. Ama daha sonra başka bir ihtiyaca odaklanırız. Dolayısıyla, kalıcı mutluluğun en iyi göstergesi artık başka bir şey arzulamıyor olmaktır diyebiliriz. Peki bu seviyeye ulaşmak mümkün müdür? Özellikle de insanoğlunun yeni ihtiyaç icat etme konusundaki becerikliliğini ve doyumsuz olma eğilimini düşündüğümüzde…

Buda’nın mitolojik hikayesi bu noktada güzel bir örnek teşkil eder. Rivayete göre, Buda yaklaşık 2500 yıl önce bugünkü Nepal topraklarında hüküm süren bir kralın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Kral oğlunun üstüne çok titremiş. Öyle ki; hayatta hep mutlu olsun diye çevresini her dileğini yerine getirecek hizmetkarlarla donatmış. Hiç yoksulluk ve kötülük görmesin diye sarayın duvarlarını yükseltmiş, saraydan çıkmasına izin vermemiş ve temas kurduğu kişileri kısıtlamış. Buda, gençlik dönemine kadar tam da kralın istediği gibi lüks ve rahatlık içinde yoksulluk veya kötülük nedir bilmeden büyümüş. Ama genç bir yetişkin olduğunda, halinden pek de mutlu olmayan biri olmuş. Yaşadığı lüks saray hayatı ona yeterli ve anlamlı gelmiyormuş. Bir gece, geç bir vakitte, hizmetkarlarından birinin yardımıyla saraydan kaçmayı başarmış. Sarayın yakınındaki bir köye gitmiş ve görüp dinledikleri karşısında dehşete düşmüş. Yaşlı, kimsesiz, hasta, sakat veya yoksul insanların durumu onu çok etkilemiş. Saraya döndüğünde kendi hayatı üzerinde uzun uzun düşünmüş. Onu mutsuz eden şeyin içinde yaşadığı lüks hayat olduğuna karar vermiş. Izdırap olmadan hayatın boş, yani anlamsız olduğunu düşünüyormuş. Bunun üzerine hayatını anlamlı kılacak acıları deneyimlemek üzere saraydan kaçmış ve sersefil bir hayat yaşamaya başlamış. Sokaklarda yatmış, dilencilik yapmış. Çoğu zaman aç ve susuz olduğu, ölümün eşiğinde geçen günler bir birini kovalamış. Yıllar geçmiş ama Buda aradığı anlamı bulamamış. Bir gün, bir ırmağın yakınında ulu bir ağacın altına oturup düşünmeye başlamış. Günlerce düşündükten sonra, bugün Budizm’in temelini teşkil eden hayat felsefesini oluşturmuş. Bu felsefenin temel inançlarından biri de şudur: Hayatta mutlak mutluluk yoktur. Hayatta bir şeyleri arzular ve elde etmek için ızdırap çekersin. Elde ettikten sonra mutlu olur ama yine başka şeyleri arzulamaya başlayıp ızdırap çekersin. Elde ettiğin bazı şeyleri kaybeder, yine ızdırap çekersin. Mutluluk gibi ızdırap da yaşamın bir parçasıdır.

Aslında Buda’nın tespit ettiği bu durumu en iyi Çinlilerin Yin Yang felsefesi tarif eder. Yin ve yang birbirini tamamlayan birbirine zıt iki kuvvettir. Yin karanlık, kötü veya pasif; yang ise aydınlık, iyi veya aktif anlamlarına gelir. Bu felsefeye göre, iki zıt kuvvetin hayatın her alanında birlikte ve dengede olması iyidir. Her kuvveti bir diğeri tetikler ve besler. Denge bozulduğunda veya kuvvetlerden biri yok olduğunda ise diğeri de varlığını sürdüremez. Gündüz ve gece, erkek ve kadın, iyilik ve kötülük, ızdırap ve mutluluk… Tüm bunların arasında denge olduğu sürece hayat devam eder.

Peki ya anlam? Anlam ise tamamen büyüme ihtiyaçlarımızla ilgilidir. Büyüme ihtiyaçlarımızın en üst seviyesinde varlığımızın kendi benliğimizin ötesinde bir şeylere hizmet ettiğini görmek isteriz. O yüzden hayatta anlam kendimizi dışa vurmaktan ve başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaktan geçer. Hayatımızı anlamlı kılmak için yaptıklarımız zaman zaman kendimizi kötü (yani daha az mutlu) hissetmemize sebep olur. O yüzden anlamlı bir hayat ile mutlu bir hayat, çoğu noktada örtüşse de, temelde farklı şeylerdir. Sadece temel ihtiyaçlara odaklanmış bireyler, ben merkezli bir hayat yaşarlar. Temel ihtiyaçlarının karşılanmaması veya karşılanmama ihtimali onları korku ve kızgınlığa iter. Bu insanlar hayatlarında yeterince anlam bulamazlar.

Değer ve İnançları Anlamak

Kendimizi ve diğerlerini anlamak ve motive etmek için değerleri ve inançları çözümleme yeteneğine sahip olmamız önemlidir. Bunu nasıl yapabileceğinize yönelik de küçük bir ipucu paylaşayım.

Değerlerini çözümlemek istediğiniz kişileri gözlemleyin ve yaptıkları şeyler için “Bunun önemi ne?” diye sorarak değer sözcüklerini yakalamaya çalışın. Herkes aynı sözcüklere aynı anlamları yüklemez. Duyduğunuz sözcüğün tam olarak ne olduğunu anlamak için “Bu değer sana ne sağlıyor?” ya da “Bu değerin yokluğunu nasıl anlarsın?” diye sorabilirsiniz.

Ayrıca, insanlar en önemli değerlerini gösteren kelimeleri tekrar tekrar kullanma eğilimindedirler. Bu kelimeleri yakalayıp sorgulayarak da değer çözümlemesi yapabilirsiniz.

0 Yorum

Bir İçerik Gönder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir